Fr, 19.Apr.2024 - 03:12
Türk Yazarlarin En Cok Satan Kitaplari

Dönüşü Olmayan Yolculuk
Eine Reise ohne Rückkehr

Nazım Hikmet
Ünlü sairimiz Nazim Hikmet'in Almanca ve Türkce olmak üzere iki dilde hazirlanan kitabi.. ( Eine Reise ohne Rückkehr. Dönüsü Olmayan Yolculuk.) Bu kitabi, simdi Türk Kitabevinden 18.50 Euro yerine sadece 15.90 Euro'ya siparis edebilirsiniz.

Welche Stadt gleicht dem Wein?
Paris.
du trinkst das erste Glas,
es schmeckt herb,
das zweite steigt dir zu Kopf,
beim dritten kommst du nicht mehr vom Tisch hoch,
Ober, noch eine Flasche!
Und schließlich, wo du auch bist, wohin du auch gehst,
bist du ein Trunkenbold aus Paris, mein Augapfel.
Welche Stadt
ist schön selbst im Dauerregen?
Paris…
Hikmets Sohn, in welcher Stadt möchtest du sterben?
In Istanbul,
Moskau
und in Paris…

Das Leben ist eine Reise, in jeder Stätte ist Heimat. Die späten Gedichte Hikmets widerspiegeln seine Begeisterung über fremde Länder, vermischt mit der Ahnung des Todes und der Sehnsucht nach der verlorenen Heimat Türkei.
(280 Seiten / Gedichte zweisprachig / Türkce ve Almanca / Eine Reise ohne Rückkehr / Dönüsü Olmayan Yolculuk / Dagyeli Verlag / www.turkkitap.de / Türk Kitabevi Tel: 0049 69 250506 / Türkische Buchhandlung Frankfurt/M) site:turkkitap.de / En Ucuz Kitap, Film ve Müzik CD'leri www.turkkitap.de adresinde )
15,90 €
21,90 €
28 % daha ucuz

Weitere Informationen

Şairin Sıla Hasreti "Nâzım Hikmet'i üç kelimeyle anlatmanız istense, ne dersiniz? "Mavi Gözlü Dev" ya da "şairin sıla hasreti" belki. Ben şunları söylerim: Kelime-şinas, ateş-baz, eşitlik-perver. Her üçü de onun sıfatlarıdır. Ona yakışır. Nâzım, bu toprakların yetiştirdiği en kudretli, en kalıcı kalemlerden biri değildir sadece, aynı zamanda en vicdanlı, adalet ve eşitlik duygusu en sağlam sanatçılardan biridir. Fikirlerine zerre kadar katılmayabilirsiniz; şart değil, katılmak gerekmez. Hayatında aldığı her tutumu ya da attığı her adımı desteklemeyebilirsiniz, desteklemek gerekmez. Bir sanatçıyı takdir edebilmek için onunla tıpatıp aynı düşünmek gerekmez. Üstelik her şair, her yazar, her sanatçı kendi döneminin ürünüdür. Kendi koşulları içinde değerlendirilmelidir. Ama öyle bir hakikat var ki, zamanın ve mekânın dışında. Bir nokta ki kolay kolay değişmez: Nâzım dil cambazıdır, kelime işçisidir, dizelere hayat üfler. Tıpkı camdan vazolar yapan emektar bir zanaatkâr gibi, ateşin karşısında oturur, günler geceler boyu, harla alevle kuşanmış bir halde, canından can, nefesinden nefes, düşlerinden düş katar kelimelere; şiirler inşa eder, dünyalar kurar. Siz, ben, hepimiz, adım adım gireriz o dünyalara, dolaşırız saraylarında, kimi odalarda daha çok kalır, kimilerinde soluklanırız ve dışarı çıktığımızda bir iz kalır yüreğimizde, cız eder bir şey, incecik bir sızı, bir insanlık dersi ki unutulmaz.

'KETUM'U ONDAN ÖĞRENDİM
Her birimiz Nâzım Hikmet'in dizeleriyle farklı zamanlarda tanışırız. Kimimiz daha erken, kimimiz daha geç. Kimimiz sağdan soldan duyduklarıyla yetinir ve ön yargılı bakar, kimimiz ise hiçbir şey bilmez hakkında. Benim onun eserleriyle tanışmam lise yıllarıma rastlar. Memleketimden İnsan Manzaraları. Beş ciltlik, yirmi bin mısralık bu muazzam yapıtın neresinden ne kadar okuduğumu doğrusu bugün hatırlamıyorum. Bende tek kalan duygu, dilin derinliği, farklılığı. Tokat gibi çarpan bir üslup, yer yer taşkın, ama aynı zamanda kadife yorgan gibi, şefkat ve merhamet sahibi. Kıymetini henüz anlayamadan kenarından köşesinden baktığım dizeler. Ve yepyeni kelimeler. 16 yaşıma kadar "ketum" kelimesini kullanmazdım mesela. Nâzım'ın şiirlerinden öğrendim. Daha nice kelimeyi onun sayesinde keşfettiğim yahut bildiğim halde tınısını onunla işittiğim gibi.
Nice sonra, üniversitede öğrenciyken yeniden başladım okumaya. Bu sefer tüm külliyatını. O günlerde Nâzım'ın şiirlerini ezbere bilen çok genç vardı, hâlâ da var ya, eminim. Öğrenci kantinlerinde, kampus yollarında insanlar ondan dizeler okurdu, yüksek sesle. Ama ben Nâzım'ı kalabalık ortamlarda, kamusal alanlarda, başkalarıyla konuşarak değil, kendi içime kapandığımda, tek başıma okumayı sevdim hep. Sesini en gür böyle duydum. Öyle bir ses ki ırmak gibi, nehir gibi, kendine rağmen, kendini yok ede ede. Çünkü Nâzım kor ateştir, ateştendir, dizeleri ise çağıl çağıl su.
Bilmem takip ettiniz mi, bu yakınlarda ilginç bir gelişme yaşandı. Şaire ait daktilo ve el yazmaları yeniden ortaya çıktı. Aralarında Osmanlıca mektuplar ve şiirler de var. Kemal Tahir'e yazılmış mektuplar. Bir hükümlüden bir başka hükümlüye, bir kırgın kalpten bir başka kırgın kalbe... "Bir haftadır hasta yatıyorum. Soğuk algınlığı. Piraye'yi düşünüyorum. Bana telgraf çekti, sevindim. 38 ateşim var. Sana sekiz lira yolluyorum... Gözlerinden öperim Kemalciğim." Bunları bize kazandıran Ankaralı koleksiyoner Erdal Dikmen. Orijinal şiirler ve yazmaların kaynağı ise kendisinin Hikmet'in ailesinden aldığı evrak-ı metruke.

ÖFKESİYLE KAVGALI ŞAİR
Nâzım Hikmet'in Kemal Tahir'e mektupları içinde bir bölüm var ki usulca okumalı, dikkatle, sindire sindire. Bir insana bunu söyleten koşulları, hadiseleri, acıları hatırlayarak, anlamaya çalışarak. "Öfkem yine bastırmağa başladı," diyor. Şair kendi öfkesiyle kavgalı. Bu noktada yatmadığı hapis, görmediği ceza kalmamış. Sürgünde, bitmez bir gurbette, sevdiklerinden uzakta, üstelik bir de "vatan haini" yaftası yemiş. Gene de küsmemiş topraklarına. Gene de en çok olmak istediği yer kendi memleketi! "Her şeye rağmen Türk halkı, memleketim güzel günlere kavuşacaktır. Ve bu memlekette bütün tarih boyunca hiç kimse bizler kadar memleketini ve onun namuslu insanlarını sevmedi...
Mektupla derdimi anlatamayacak kadar milletime ve insanlarıma sevdalı, hayran ve öfkeliyim. Bu bahis de burada bu kadarcıkla kalsın... "

BURAM BURAM HASRET
Mektupların her birinde buram buram hasret var. Hem ülkesine hem eşine hem dostlarına hem oğluna derin bir hasret. Ve hüzün. Bir buruk yalnızlık. Yanlış anlaşılmışlık. Biz Nâzım gibi bir insana bu kadar zengin, böylesine engin bir memleketi nasıl dar ettik? Nefes alamaz hale getirdik. Sırf fikirlerini ve şiirlerini beğenmedik diye mahkemelere çıkarıp, hapislere atıp, hükümler giydirip, sürgünlere gönderip, vatandaşlıktan çıkarıp, mezarını dahi gurbette bırakıp... Bu ülkeye onun gibisi bin senede bir gelir..." Elif Şafak (Habertürk Gazetesi)
Bu ürünü alanlar başka neler almışlar?
 
Değerlendirme
Yorum bulunmamaktadır: Yorum yazınız!