Sa, 20.Apr.2024 - 04:49
Türk Yazarlarin En Cok Satan Kitaplari

Tuhaf

Ertugrul Özkök
Ben size bu kitapta, başkalarının hayatlarından ve kendi hayallerimden inşa ettiğim tuhaf hakikatleri anlatacağım. Onları ben yarattım, onlar da beni yarattı...

Sizi inancın labirentlerine sokacağım. Tabiatın açıklanabilir caddelerinin alelade kalabalıklarından kurtarıp, tenha ara sokaklara çekeceğim.
Aydınlıklardan kaçıp, loş kapı aralarında iş tutacağız. İnsana ait hiçbir şeyin şaşırtamadığı ruhları bile şaşırtacak şeylere dalacağız.

Tek şartım var.
Sorgulamayacaksınız, ikna olacaksınız, biat edeceksiniz, inanacaksınız.
Bana inanacaksınız. Kayıtsız şartsız inanacaksınız.

Çünkü bu bir yolculuk. Tuhaf şeylere yolculuk. Gerçeğin katı ufkunun ötesine geçeceğiz. Kaf Dağı'nın arkasındaki Simurg'a gideceğiz. "Otuz Kuş"u bulmaya çalışacağız. Allahtan ki bulamayacağız.

Söz veriyorum: İyi bir yolculuk olacak. Arkanıza yaslanın, rahat edin, kendinizi bırakın. Ve emin olun, bu yolculuk, yolculuğun kendisi, gittiğimiz yerden çok daha tuhaf, çok daha baştan çıkarıcı.
Bu kitap bittiğinde geride kalan harabe ise, hepimizin hakikati olacak...
(244 Sayfa)
Yayın evi: Dogan Kitap
9,20 €

Weitere Informationen

Gazeteci Ayşe Arman'in Ertugrul Özkök'ün kitabiyla ilgili yaptigi röportaj şöyle:

O, bir gecede okunabileceğini iddia ediyor. Haklı...
Ben, Dubai-İstanbul uçak yolculuğunda okudum.
Çok severek, eğlenerek, gülerek...
Ve Özkök’e hayret ederek...
Hakikat ne zaman hayalle öpüşüyor, bilmiyorsunuz. Ne gerçek ne kurmaca, ayırt edemiyorsunuz ama heyecanlanarak okuyorsunuz.
Bir tür gerilim. Bir sonraki sayfaya, “Acaba ne olacak?” diye atlıyorsunuz.
Önceden gazete yazılarında ipuçlarını verdiği bazı öyküleri yeniden inşa etmiş. İyi etmiş!
Başarılarının devamını diliyoruz!
Yanılıyor olabilirim, bu tür tahminlerim her zaman doğru çıkmıyor ama ben Tuhaf’ın bu yazın kitabı olacağına inanıyorum. İnsanlar güneşlenirken Tuhaf okuyacak.
Fotoğrafları, Balat’ta çektik. Ara sokaklarda, Fener Rum Patrikhanesi’nde ve Daphnis Otel’de. Bu mekânlarda, Cem Talu’nun Ertuğrul Özkök’ü fotoğraflamasına izin veren, Daphnis Otel’den Ayşegül Aşoğlu’na, Patrikhane’den Peder Doseor’a ve makyajcı Ebru Korkmaz’a teşekkür ederim.
Ben çok sevdim “Tuhaf”ı. Çok kolay okudum ve eğlendim. Bu tuhaf öyküleri bir araya toplamanızın özel bir nedeni var mı?
- Kitabı neden yazdığımı ben de bilmiyorum. Ama şunu söyleyebilirim. Bu kitap, benim hayatımda etkili olmuş bazı yazarların ve duyguların remiksi. Benim yazma duyguma startı veren kişi Albert Camus’dür. Camus’nün “Yabancı”sını okuduğumda, lise birinci sınıftaydım. İlk cümlesi beni vurdu. O günden beri, her yazı böyle etkili, kısa ve vurucu bir cümleyle başlamalı diye düşündüm. Yıllar sonra Yusuf Atılgan’ın “Aylak Adam”ını okuduğumda, bu duygum daha da kuvvetlendi. Borges’in hikâyeleri, beni gerçekle hayal arasındaki o baştan çıkarıcı bölgeye soktu. Truman Capote’nin “In Cold Blood” kitabını okuyunca da bir edebiyatçının gazetecilik üslubunu keşfettim. Tabii bir de Dan Brown’ın gerilim yaratma başarısı var. Kitabımda bunların hepsinden izler var.

Yazdığınız bu tuhaf şeyler, gerçekten başınızdan geçti mi? Yoksa bu tuhaflıkları siz mi yarattınız?
- Ben hayatım boyunca gerçeklerle yüzleşmekten kaçtım. Yaşama alanım, gerçekle hayal arasındaki adalardır. “Issız Adam” filmini ondan çok sevdim. Filmin kahramanı, kendine bir mahalle yaratmış ve kurguladığı o mahallede yaşıyor. Bu kitapta yazdıklarımın yüzde 70’i doğru, yüzde 30’u benim hayalimde yarattığım gerçekler. Hangisi gerçek, hangisi hayal derseniz, hiç önemi yok. Hepsi iç içe. Zaten hayallerim, bir süre sonra benim gerçeğim oluyor.

Kendi kendimin müridi ve şeyhiyim

Hayatınızın bu döneminde, yeni ve farklı takıntılarınız mı var? “Tek kişilik tarikat”, kendi “tarikatının şeyhi ve müridi olmak” gibi...
- Yeni icat değil, bu duygu küçüklüğümden beri var bende. Ama “tarikat” kavramına kendim yeni bir anlam verdim: Kendi kendimin müridi ve şeyhi olmayı öğrendim. Orada bir ben varım, bir de benden içeri ben. Ama bu duygu, yalnızlığı seçen veya yalnızlığa mahkûm olmuş her insanda vardır. Sonucu bir tür narsizmdir. Her dakika, o tarikat aynasına bakarsın. Gördüğün şey, kendi gerçekliğindir.

Evet bunlar havalı ve şiirsel cümleler ama yine de sormam gerekiyor: Dindar mısınız? Dinsiz mi? İnsan hem dindar olmayıp, hep inançlı nasıl oluyor?
- Ben dindar değilim. İnançlıyım. Müslüman’ım, ama inancımın içine başka inançlardan aldığım şeyleri de koyuyorum. Jacques Attali, gelecekte insanların “Lego dinler” yaratacağını söylüyor. Bu belki kitleler için geçerli olmayabilir. Ama benim için çok uygun, çok makul bir inanma biçimi. O nedenle Hallac-ı Mansur, giderek daha çok ilgimi çekiyor.

Tamam anladık dindar değilsiniz ama inancı bu kadar öne çıkarmanızın özel bir sebebi var mı?
- Yöneticilik hayatım, bendeki yalnızlık duygusunu çok kuvvetlendirdi. Her yönetici bu duygunun ne olduğunu bilir. Elbette bunda yaşın, yaşadıklarımın da etkisi var. Kendi içimde çözemediğim bir sürü soru, durum, problem var. İçinden çıkamayınca, kendi yarattığınız tarikata sığınıyorsunuz.

Giderek yaş almak sizde birtakım değişikliklere yol açıyor mu?
- Açmaz olur mu? Duygusallığım, küsmelerim, içime kapanmalarım artıyor. Tabii bedenimdeki değişimleri, anlatmak dahi istemiyorum...

Artık inançla ilgili şeyler, cinsellikle alakalı şeylerden fazla mı ilginizi çekiyor? Bir de iddianız var, romantizm yükseliyor diye...
- Evet, bana göre “Sex and the City” dönemi kapandı. Dünyada yeni tür bir romantizm yükseliyor. Bunu önce müzikte görüyorum. Brooklyn’deki sanatçılar, 1970’lerdekine benzer yeni bir dönemi açıyorlar. Cinsellik, ölmez. Ama yanına yeni duygular geliyor.

Tam olarak nerede, hangi anda aklınıza düştü bu kitap? Akbük’teki iskelenin ucunda mı gerçekten?
- Akbük’te evimin önünde bir iskele vardı. Sonra izinsiz olduğu gerekçesiyle yıktırıldı. Akbük çok güzel ve sessiz bir koydu. Bazı geceler iskelenin ucuna oturur, düşünürdüm. Hele hele dolunay geceleri sabaha kadar oturduğum olurdu. Oralarda doğdu bu kitap. Zaten oraya “İskelenin ucundaki mabet” adını takmıştım. O mabet yıkıldı.

Tehlikeyi seziyorum ama yüzleşmekten kaçıyorum

Kendinizden roman, öykü kahramanı yaratmak, ne kadar hoşunuza gitti?

- Çocukluğumdan beri hep macera peşinde koşan bir karakterim var. “İki Çocuğun Devri âlemi” kitabı, hâlâ başucumda durur. “Indiana Jones” filmlerini sürekli seyrederim. Ne zaman böyle bir kitap okusam, film seyretsem kendimi hemen o kahramana dönüştürüyorum. Ben bir kahraman canavarıyım. Kahraman yaratıp kahraman tüketirim. Bu maymunluk benim gıdam.
Da Vinci’nin Şifresi’nden ve Dan Brown’dan çok mu etkilendiniz? Bu kitap için, ona bir öykünme denebilir mi?
- Dan Brown’dan çok etkilendim. Olağanüstü bir anlatım gücü, mükemmel bir gerilim yaratma kabiliyeti var. O nedenle bütün gazetecilik okullarına onun kitabının, ders kitabı olarak okutulmasını tavsiye ettim. Truman Capote’min kitaplarını da tavsiye ediyorum...
Bu ürünü alanlar başka neler almışlar?
 
Değerlendirme
Yorum bulunmamaktadır: Yorum yazınız!